Kısa süre önce annemle yaşadığım bir olay yüzünden bu yazıyı kaleme aldım. Yıllardır bu kadar duygusallaşmadığım bir andı ve bir annenin oğlunda yarattığı o sarsılmaz güven ve inanç duygusunu bir kez daha tüm çıplaklığı ile yaşadığım için çok mutluyum.
Karmaşık duygulardı aslında yaşadığım. 42 yaşında bir adamın cebine annesi tarafından konan ve “bir ihtiyacını görsün” diye ısrarla o cepte tutulan 20 TL; bir evladın annesi ile arasındaki köprünün bence çok farklı bir noktasına işaret ediyordu. Belki bu yüzden boğazımda oluştu o yumru. Yutsam yutamadığım yumru.
Neden yumru? Neyin yumrusu?
Aslında annem de ben de biliyoruz, o 20 TL’ye ihtiyaç olmadığını. Ama yine ikimiz de biliyoruz ki, paranın miktarı değil zaten önemli olan. Paranın konuş şekli ve düşünülüşü altında yatan nedenler.
Belki de anlatmaya çalışacağım duyguyu en iyi anlayacak olanlar, annesinden uzakta yaşayanlar ya da annesi artık ne yazık ki hayatta olmayanlar. Ben annemle ayrı kentlerde yaşıyorum. Her ikimizin ayrı ayrı kurduğu hayatlar, birbirimizi her istediğimizde görmemizi engelliyor. Bu ortaya bir özlem çıkartıyor. Ama anne için ek bir duygu daha çıkartıyor: Artık o çocukluk günlerindeki gibi koruyamıyor, göz kulak olamıyor, geceleri yatağın altına saklanan öcüleri kovamıyor. Bunun özlemi, mutsuzluğu; artık kocaman olmuş hatta kendisi de baba olmuş bir evladı analık güdüleri ile kavrayabilmesi için, bazen bazı semboller gerekiyor sanırım.
Dilediğince koklayamadığında yavrusunu, dilediğince sarıp sarmalayamadığında; sevgisini ve şefkatini kısacık anlarda gösterebildiği ve uzun süre görüşemeyeceğini bildiği bir anda, aslında kendinden bir güvenceyi teslim eder gibi veriyor o 20 TL’yi…
Bir anne, daha hamile olduğunu öğrendiği ilk andan itibaren korur, gözetir çünkü çocuğunu. Doğal bir tepkidir bu ve aksi düşünülemez. İçinde büyütür evladını. Daha korunaklı bir yer mi var?
Sonra doğar çocuk ve anne ile çocuk arasındaki o sarsılma bağ, karşılıklı etkileşimle tanışır. Ve daha doğar doğmaz biliyordur çocuk; bu dünyada kendisini canı pahasına koruyacağını annesinin. O’na sığınır, O’nun kanatları altına girer. Karıncalardan korktuğunda annesine sarılır. Düşüp canı yandığında anne diyerek ağlar. Hayal kırıklıklarını da mutluluklarını da ilk annesi ile paylaşır.
Anne ile oğlu arasındaki bu sarsılmaz bağ; zaman içinde hayatın acımasızlıkları ile yüzeysel etkilerini yitirir zaman zaman. Hayatın sizi getirdiği nokta, anneniz ile daha az görüşebildiğiniz, daha az dertleşebildiğiniz, daha az paylaşabildiğiniz bir hale getirebilir sizi. İş yoğunlukları, ilgi bekleyen sosyal çevreniz, kendi kurduğunuz aileniz gibi birçok zaman ayrılması gerekenler vardır ve sizin nedense çok zamanınız yoktur artık. Annenize sıra çok geç gelir. Eski sıklığında da değildir.
Ama o sarsılmaz bağ, dipte çok köklüdür aslında. Her zaman yüzeye çıkmaz ama çıktığında da işte böyle yumru olup kalabilir boğazınızda. Uzun zamandır sarılamadığınız kadar sıkı sarılırsınız. Anneniz, alt tarafı 20 TL sıkıştırıp cebinize, size öyle bir güven verir ki; bu güven yıllarca süren iş hayatınızdakinden, emeklilik hayallerinizden, kurduğunuz ailedeki korunaklı yerinizden, dostlarınızın arasındaki duruşunuzdan kat be kat güçlüdür. Yaşınız kaç olursa olsun, başınızı dayayacağınız bir kucak, o başı sınırsız şefkat ve sevgi ile okşayacak bir el olduğunu bilmenin güvenidir bu. Başkadır.
Bazen hayat size ardı ardına darbeler indirerek, dizlerinizin bükülmesine, yorgunluğa yenik düşmenize ve hatta yılmanıza neden olur.
Sonra bir an anneniz çıkagelir ve cebinize öyle bir eda ile koyar ki o 20 TL’yi; hayatta asla yıkılmayacağınızı, asla yenilmeyeceğinizi, ne olursa olsun annenizin yanınızda olacağı güvencesini hissedersiniz.
Dikleşir omuzlarınız. Başınız dikleşir. Yürüyüşünüz değişir. Sapasağlam basarsınız yere. O size tuzaklar kuran, yıldıran hayat var ya hani… Kuyruğunu kıstırıp saklanır bir duvarın arkasına. Korkar.
Korkmasının sebebi aslında siz değilsinizdir. Siz yürürken, arkanızda giderek büyüyen, adeta bir deve dönüşen annenizin gölgesidir hayatı korkutan. O gölgenin altına sığınabildiğinizi görürsünüz. Kilometrelerce uzakta olsa bile, annenizin hep yanınızda olduğunu anlarsınız. Yüreğiniz de bileğiniz de sağlamlaşır.
İşte budur cepteki 20 TL’nin de boğazınızdaki o yumrunun da asıl değeri.
Uyum sağlamak
Her canlının temel güdülerinden biridir, uyum sağlamak. Bulunduğu çevresel şartlara göre renk değiştiren ya da organ, zehir gibi yaşamsal mekanizmalar geliştiren hayvanlar ve bitkiler, çoğu belgeselde çıkar karşımıza. İnsan da bir canlıdır ve uyum sağlar. Ancak genelde sağladığı uyum doğaya ve çevresel şartlarına değildir. İnsanların çoğu, kendilerini yöneten küçük bir grup insanın uymalarını istediği şartlara uyum sağlar.
Ellen Goodman, normal dediğimiz ve hepimizin içinde yaşadığı kavramın tanımını şöyle yapıyor:
“Normal diye tabir edilen şey; işe gitmek için satın aldığın kıyafetleri giyip, işe gitmek için hala ödemesini yapmakta olduğun arabanla trafiğe girmek, gittiğin işte ise giydiğin kıyafetin, bindiğin arabanın ve bütün gün sen işteyken boşta duran evin parasını ödeyebilmek için çalışmaktır.”
Bu normali size doğa dayatmaz. Yaşamın dinamiğinde bu yoktur. Ancak insan; yüzlerce yıldır doğayı kendi isteklerine yönelik biçimde değiştirmeyi ve dönüştürmeyi başarmıştır. Bugün ulaştığımız “normal” kavramı da işte budur.
Paranın tek güç olduğu bir dünyada yaşıyorsak eğer, parayı yönetenlerin yarattığı çevresel şartlara uyum sağlarız mecburen. Çünkü hayatta kalmamız gerekir. Bu da temel güdüdür. Kendimizi korumak ya da avlanmak için yeni organlar, zehirler, kamuflaj hileleri geliştiririz. Evrimleşiriz anlayacağınız.
İnsanın evrimini fiziksel olarak inceleyen, anatomisinden yola çıkan bilimler var ama bu evrimleşme çok daha farklı. Çok daha kırılgan ve değişken. Ve anatomik evrim nesiller boyunca sadece küçük bir farklılık olarak çıkabilir karşımıza ama bu tür bir evrimin süresi şaşırtıcı derecede hızlıdır. Bugünden yarına evrimleşeblir insanoğlu. Ortama uyum sağlar ve esen rüzgarı arkasına alır. Çoğu zaman başka bir şansı da yoktur zaten.
Gülümsüyorum
Atlantik seferini yapmakta olan bir yolcu uçağı havada şiddetli bir fırtınaya yakalanır. Şiddetli yağmur, gök gürültüsü ve şimşekler derken uçak dengesini kaybetmeye başlar. Yolcular feryat etmektedir. Herkes artık uçağın düşmek üzere olduğundan ve son dakikalarını yaşadıklarından emindir.Uçak bir kez daha sarsılırken arka sıralardan bir kadın ayağa fırlar ve bağırır: “Artık dayanamayacağım. Burada oturup koltuğa bağlı şekilde, bir hayvan gibi ölmeyi bekleyemem. Öleceksem, bari kadınlığımı hissederek öleyim. Aranızda bana kadınlığımı son bir kez tattıracak bir erkek var mı?” Ön sıralardan bir el kalkar ve kadın ele doğru yürür.Kadın yaklaşırken, adam da üstündeki gömleği çıkarır.Fırtınadan gidip gelen ışık aralarında kadın,erkeğin kaslı,üçgen vücudunu seçer. Sonra erkek ayağa kalkar, kadının tam önünde durur, “Ölmeden önce sana kadınlığını ben tattırabilirim.Hala istiyor musun?” der.
Kadın bir erkeğin vücuduna, bir gözlerinin içine bakar ve hevesle: “Evet, istiyorum” diye cevap verir.
Bunun üzerine erkek elindeki gömleği kadına uzatır ve şöyle der: “Pekala, öyleyse şunu ütüle bakalım!”