Siyah beyaz fotoğraflar geçer ya elinize bazen… İşte o fotoğraflarda fark edersiniz, şu anki yaşınızda çekilmiş o karedeki her kimse, sizden daha genç gösterdiğini. Ya siyah beyaz fotoğrafın azizliğidir dersiniz ya da aklınızdan sizi yaşamınızda zorlayan anlar geçer bir bir. Hatırladıkça üzüldüğünüz, yıprandığınız anlar…
Bir şeyler yanlış akıyor bu ülkede. Bunu siyah beyaz fotoğraflara bakarak görebiliyorsunuz zaman zaman. Zaman zaman da mahallenin yaşlılarından biri ile konuşurken, ondaki dinçliği ve yaşama sevincini gözlemliyorsunuz. Sonra başlıyor sorular ardı ardına: Nerede değişti bir şeyler? Ne zaman değişti? Neden annemin, babamın şu anki yaşımda çektirdiği fotoğraflardan daha fazla çizgi var yüzümde? Nedir bu çökmüş göz altlarının, yorgun bakışların sebebi? Ne oldu bana?
Bir an geldi, insana değer vermeyi bıraktık bu coğrafyada. Ne olduysa o zaman oldu işte. Yıllar yıllar önce; Avrupa ülkeleri, ABD, Kanada, Avustralya gibi coğrafyalarda bireyin yaşam koşullarını, yaşam kalitesini geliştirmeye odaklandığı o anda, bizde bu yönü gösteren tabelaların ortadan kaldırılması ile sapıldı yanlış bir yola. El oğlu asfalt yolda hızla ilerlerken, biz şoselerde, patikalarda sıkışıp kaldık.
Belki bu yüzden; bugün Soma’da ya da bir başka madende yıllık 10-12.000 TL’yi zor kazananlar bizim işçilerimiz. Belki bu yüzden aynı işi Almanya’da Avustralya’da yapan işçiler 30-40.000 TL’nin üzerinde yıllık gelirlerle, çok daha güvenli madenlerde, çok daha insani koşullarda ve saatlerde çalışıyor oldular.
Belki bu yüzden; 5-6 yaşında çocuklarımızı hala tam oturmamış bir eğitim öğretim sistemi içinde yarışa sokmamıza rağmen, liseden mezun olup da doğru dürüst bir yabancı dili konuşamayan gençlerimiz var bugün. Gelişmiş ülkelerdeki yaşıtları ana dillerinin yanında en az bir yabancı dili sular seller gibi bilirken üstelik.
Belki bu yüzden; böbrek hastası çocuklarımızın çoğunu diyaliz makinelerine mahkum edip de rant sağlamaya çalışan, organ naklini düzenli gelir kapısını kesmemek için önermeyen bazı doktorlarımızdan geçiyor sağlığımız. Meslektaşları başka başka ülkelerde tıp alanında yepyeni buluşlara imza atarken üstelik…
Bir yerde yanlış bir düğmeye bastık. Şimdi geri döndüremiyoruz. Sokakta gördüğümüz yaşlılara “Nasıl bu kadar dinç kaldın?” diye sorduğumuzda, hepsinin ortak yanıtı illaki bir gıda maddesine dayanıyor belki de bu yüzden. Ya tereyağı, bal ve yoğurt ile beslenmiştir, ya soğanı sarımsağı eksik etmemiştir. Oysa yaşıtları çok daha genç gösterirken başka başka ülkelerde, ceplerinde güçlü birer sağlık sigortası vardır. Hastanelerde her bireye aynı özen gösteriliyordur. Bir doktorun hatası, kariyerine mal olabiliyordur mesela ve hatasız olmak için gece gündüz çalışır. Oradaki yaşlılara sorduğunuzda, size gıdalardan değil, bireyi koruyan sağlık sisteminden bahsederler. O yüzden daha geç çöker, daha geç ölürler.
İnsana değer verme ilkesi, bu sınırlardan içeri girmeyi pek başaramamış bir gelişmişlik ilkesidir aslında. Bireyin kendi hayatından, geleceğinden, çocuklarının geleceğinden emin olma hakkıdır. Bu hakkını da sonuna dek kullanmaya, korumaya odaklı bir bilinç ile yerine getirir vatandaşlık görevini. Bu yüzden Internet’te, gazetelerde, televizyon programlarında biz hep izleyiciyizdir. Dünyanın en mutlu ülkelerinin İskandinav yarımadasında olduğunu, en yüksek eğitim ve okuma oranlarının Avrupa’da karşımıza çıktığını, Küba’nın ve Uruguay’ın bile vatandaşların yaşama koşulları açısından ne denli gelişmiş olduğunu izleriz hep. İzlediklerimizin başrolünde ise hep başka başka ülkelerin mutlu insanları vardır. Tatillerinde geldikleri ülkemizi överler bazen. Tatilde gidemediğimiz ülkelerin insanlarıdır hepsi. Yani sözün özü, fotoğrafın renkli ya da siyah beyaz oluşunda değildir keramet. Yaşın kaç olursa olsun, erken yaşlanırsın bu topraklarda.
Yaşın kaç olursa olsun, yarın için hep bir korkun vardır. Az ya da çok ama vardır. İşte böylesine hızlı yaşlanırken, kim bilir kaç yaşında elde edebileceğin emeklilik hakkı için üç kuruş paraya ay sonunu getirmeye çabalarken, emekli maaşını alabileceğin zamana dek yaşayıp yaşayamayacağın soruları kemirir beynini. Artık her gün tereyağı, bal falan yiyebilecek durumda da değilsindir. Bu yüzden “Allah’a emanet…” dersin. Yaşlandığında ele muhtaç olmama hayalleri kurarsın. Tutar ya da tutmaz, bilemezsin.
Dedim ya, bir an geldi, o tabelayı kaçırdık ya da göremedik. Saptık toprak yola. Tozu dumana kata kata, göz gözü görmez bir halde ilerliyoruz. Ya çıkacağız düz yola ya da…
Gülümsüyorum
Coğrafyadan bahsetmişken, bu toprakların insanları aynı zamanda neşeli, pratik zekalı ve hazır cevap insanlardır. Öyle ki her gün, çevrenizde fıkra gibi olaylarla, diyaloglarla karşılaşabilirsiniz. Bunların sayısı o kadar fazla ki bir çoğu Internet’e düşmüş bile. Bir kaç örneği sizinle paylaşmak istedim:
Pokeman:
Bir servis şoförü; tıkanmış trafikte arkasından ısrarla kornaya basan sürücüye, başını camdan çıkarıp şöyle seslenir: “Pokemon muyum ben, arabaların üzerinden uçayım?”
Babaanne:
Oldukça yaşlı, tonton fakat bazı teknolojilere ayak uyduramamış bir babaanne, torununu arar ve karşısına telesekreter çıkar. Telesekreterin “Mesaj bırakın” isteğine şu yanıtı verir: “Babaannesi aradı dersiniz.”
Size 43:
Adam indirime giren mağazadan bir bot beğenir ve alır. Kasaya gider ve kasiyer “180 TL” der. Adam da “Hanımefendi 43 TL’dir bu, yanlışınız var” dediğinde kasiyer açıklar: “Beyefendi ithal üründür bu. Orijinal deridir. İndirimli fiyatı 180 TL”… Adam da botun altını çevirir ve tabandaki yazıyı göstererek: “Bakın, burada ne yazıyor? Size 43…”
Tekrar denemek:
Bir meşrubat markasının yaptığı kampanyada aynı içeceğin kutu versiyonu hediye edilmektedir ve kapağın altında hediye kazanılmışsa “Kazandınız”, kazanılmamışsa “Tekrar deneyiniz” yazmaktadır. Bu kampanyadan sonra şirkete gelen şikayet mektubunda şu satırlar dikkat çeker:
“Tekrar deneyiniz yazılı kapağı kapatıp tekrar açarak defalarca denememe rağmen, aldığım şişeden hediyem çıkmamıştır. Konuyu ilginize sunarım. Mağdurum.”
Beyin:
Temizlikçi bir kadın dışarıdan ilkokul diploması almak için sınava girer. Hayat Bilgisi’nden sorulara sırasıyla şu yanıtları verir:
Mide ne iş yapar? Yanıt: Sindirim yapar, yediklerimizi öğütür. Akciğer ne iş yapar? Yanıt: Solunum yapar, bizi yaşatır. Kalp ne iş yapar? Yanıt: Kan dolaşımı yapar. Beyin ne iş yapar? Yanıt: Apartmanda kapıcılık yapar.
Kaplumbağa:
Babası, çok istediği için çocuğuna bir kaplumbağa alır. Aradan 3 ay kadar geçer ve bir sabah kaplumbağanın hareketsiz yattığını görürler. Çocuk çok üzüldüğü için babası bahçede sembolik bir cenaze düzenler ve kaplumbağayı bahçeye gömerler. Baba, bu törenden sonra kaplumbağayı aldıkları yere gider ve “Daha 3 ay önce aldığım kaplumbağa öldü. Ne biçim iş yapıyorsunuz siz?” diye çıkışır ve dükkan sahibinden şu yanıtı alır: “Beyefendi kaplumbağalar Kış uykusuna yatar. Keşke gömmeseydiniz hayvancığı. Birkaç ay sonra uyanırdı. «
Havale:
Bankada havale yapan yaşlı bir teyzeye banka memuru, havalenin açıklama kısmına ne yazılacağını sorar ve aldığı yanıt şu olur: “Bu paranın hayrını görme inşallah yazalım.”